top of page

“ Müjgan Halis'in Bozkurtlar filmi yönetmeni Zeynel Korkmaz ile Sabah Gazetesi için yaptığı ve yayınlanmayan röportajı. Sizce röpotaj niçin yayınlanmadı? İçinden cımbızla çekecek kadar ihanet bulamadığı için mi? Yoksa komünistlerle arayı açmaktan korktuğu ...için mi? Ve yayınlayamayacağı röportajı niçin yaptı? „

 

Müjgan Halis: - Hangi duyguyla ülkücüleri anlatan bir film yapmaya karar verdiniz?  
Zeynel Korkmaz: Ülkücülük, siyasi boyutu da olan bir fikir hareketidir. Biz öyle öğrendik. Fikir hareketleri kitlelere ulaşmak ve kendine hayat alanı bulabilmek zorundadır. Diğer yandan çağın gelişmelerine göre kendini yenilemek mecburiyeti vardır. Sanat bunun vazgeçilmez yoludur. Sanat ve sanatçının benimsemediği fikirler mutlaka ölüme gider. Bu herkesin bildiği bir gerçek. Uzun zaman bizim tarafın bu gerçeği görmesini bekledim. Herkes “olsun, olsa iyi olur” diyor ama parmağını oynatan yok. Bu filmi yapmadan önce bir saha araştırması yaptık. Ülkücü kesim sinemada bizim olmayışımızı bir eksiklik sayıyordu. Yıllardır dışında kaldığımız sinemada henüz bir alt yapımız da yoktur. Ne teknik alanda, ne oyuncu alanında ne de bilinen bir pazarı… Ülkücü sinema diye bir kavramın oturması oldukça zor. Ülkücülerin sinema içinde bulunmaları gerekir öncelikle… Ama bu geç kalmışlıktan dolayı biz doğrudan bu alana girdik. Ülkücülerin 80 öncesi yaşadıklarından düzinelerce film çıkabilirdi. Bu güne kadar bunun yapılmamış olması bizim bu projeyi hayata geçirmemize yol açmıştır. Madem kimse yapmıyor “niçin biz yapmayalım? dedik. Sorunuzun kısa cevabı: Bir ihtiyaçtan dolayı, bu filmi çekmeye kalkıştık.  


Müjgan Halis: - Filminiz 1970-80 dönemini anlatıyor yanılmıyorsam. Size göre o dönemde yaşanan neydi?  
 Zeynel Korkmaz: Lisede tarih derslerinde “ Haçlı Seferleri “ anlatılırken bunun en önemli sebebi olarak Malazgirt Zaferi gösterilir. Biz zannediyorduk ki Haçlı Seferlerinin sonuncusu 30 Ağustosta 1922 de kazandığımız zaferle sona erdi ve artık vazgeçtiler. Bunun böyle olmadığını 1970’li yıllarda gördük. Anadolu’yu bizden almak istiyorlardı. Nasıl almak istiyorlardı? Mevcut düzeni kontrol ederek. Mevcut düzene baş kaldıranları kontrol ederek. Bir çeşit kurbağa haşlama metoduyla… Batının bu çabaları yanında dünyanın büyük bir kısmını yutmuş, Türk Dünyasını parçalara ayırıp üzerine çökmüş olan bir de Sovyetler Birliği vardı. Ve bu Sovyetler Birliği de, Batılılarla ülkemizi yutma konusunda yarış halindeydi. ABD- Batı ittifakı, Sovyet saldırganlığını göstererek Türkiye’yi kendine mecbur bırakmak için çalışırken, Sovyetler de içeride buldukları taraftarları ile egemenlik kurmaya çalışıyorlardı. Ülkücüler bu mücadele içinde ortaya çıkmıştır. Devrimci kesimin bir kısmı Türkiye merkezli mücadele içine girerken bir kısmının Sovyet kaynaklı veya ABD kontrolünde ortaya çıkmış olduğunu düşünüyorum. Sonuçta savaş Türkiye’ye diz çöktürme savaşıydı. Sokakta “ bağımsız Türkiye diye bağıranlarla “Milliyetçi Türkiye! “ diye bağıranlar bir kavşakta karşılaştılar. Her iki taraf kendi haklılığına inanarak mücadele etti. Sol kesim ihtilalci bir metotla ilerlemek istedi. Ülkücüler bir fikir çerçevesi içinde kalmaya çalışırken sol çok farklı gruplar halinde bölünerek çoğalmaya başladı. Her grup diğer gruptan daha etkin olduğunu göstermek için şiddet eylemlerine başvurmaya başladı. Üniversitelerde kavgalar başladı. Sol eylemlerle gemiler yakıldı, köprüler atıldı, fabrikalar kundaklandı. Bugün o günlerden bahsederken devrimciler sadece Amerikan askerlerinin denize atıldığı yerden ve olaylardan bahsederler. Diğer şiddet olaylarını hiç gündeme getirmezler. Ülkücülere bulaşmaya başlamalarının nedeni genelde ülkücülerin onların ihtilalci fikirlerinin nereye ve neye hizmet ettiğini anlamasıyla ilgilidir. Bu grupların içinde bağımsız bir Türkiye sosyalizmini savunanlar çok azınlıkta kalıyorlardı. Bu tür eylemlerle nasıl bağımsızlık savaşı verileceğini de anlamak kolay değildi. Örnek aldıkları adamların hiç birisi yerli değildi. Sovyetler Birliği en büyük örnek olarak önümüzde dururken sosyalizm ile nasıl bağımsız olacaktık anlaşılamıyordu. Diğer yandan Marksizm’in teorik şekli bile bizim toplumumuza ters geliyordu. Onlar dağa çıktılar, devletle vuruştular, kendi aralarındaki fikir farklılıklarını silahlı çatışmaya dönüştürdüler. Ülkücüler ise bir partinin etrafında toplanarak seçimle iktidar olmaya çalıştılar. Buna rağmen faşistlikle suçlandılar. Marksistlerin okullarda hâkimiyet kurmaya çalışmaları öğrenci olaylarının tırmanmasına yol açtı. Okullarda öğrenim hakkı kalmadı. Kurtarılmış mahalleler meydana getirdiler. Düzene karşı ya da ABD emperyalizmine karşı savaştıklarını iddia edenler, ülkücüler için adeta bir soy kırım uyguladılar. Sovyetlerin genişleme metoduna bakıldığında Türkiye’deki olayların merkezinde oldukları ayrı bir gerçek. Anadolu’yu 6 devlet şeklinde Sovyetler Birliği içine alma çabaları yoğun biçimde sürmekteydi. Kısacası Türkiye iki emperyalist gücün çatışma alanı haline getirilmişti. Eylemlerin tırmanması için seri cinayetler işlenmeye başlandı. Kurtarılmış bölgeler, halk mahkemeleri, sürekli sokak çatışmaları ülkeyi yaşanmaz hale getirdi. Burada çok önemli bir nokta var. Ülkücülerin tamamı Marksist militanlarca şehit edilirken, sol kesimden ölenlerin çoğunluğu ya fraksiyon çatışmasında ya da devletin güvenlik güçleri ile çatışırken hayatlarını kaybetmişlerdir. Ülkücü Şehitlerin bir kısmı sözde Halk Mahkemelerinde yargılanarak işkencelere maruz kalmışlardır. 1970 Yılında şehit edilen Ertuğrul Dursun Önkuzu bunlardan birisidir. Ciğerleri pompa ile şişirilerek parçalanmıştır. Ümraniye’de kaçırılan işçiler günlerce işkence edildikten sonra, Devletin kolluk kuvvetlerinin umursamaz tavrı sonunda şehit olmuşlardır. 1978 yılına gelindiğinde devlet can güvenliği kalmayan ülkücü kesimi koruyamayacağını resmen ilan ederek, silah ruhsatı vermeyi teklif etmiştir. 1979 yılına gelindiğinde ABD, Darbeye yöneldi. ABD’nin kontrolündeki generallerin darbe yapması için ortam hazırlanmaya başladı. Sovyetler ise Afganistan’da başarısızlığa uğradıkları için Türkiye üzerinde yoğunlaşmışlardı. Ülkücüler, yetişmiş ülkücü aydınlarla oluşacak güçlü bir kadro ile demokratik yoldan ülkenin idaresine el koyma amacındayken, Marksist kesimin saldırısına maruz kalmışlar ve ülkenin değerlerini koruma çabasına girmişlerdir. Ancak saldırı o kadar şiddetini arttırdı ki 12 Eylüle gelindiğinde canlarını korumada bile çaresiz kaldılar. 1981 Seçimleri ülkücülerin siyasi zaferi ile çıkacaktı. Aslında 12 Eylülün sebeplerinden birisi de budur.  


Müjgan Halis: - Siz yakın tarihin tersyüz edildiğini söylüyorsunuz filminizle yanılmıyorsam. Gerçek neydi de tersyüz edildi, edenler kimler?  
Zeynel Korkmaz: Mücadelenin aslı yukarıdaki anlattığım gibi olmasına rağmen, ülkücüler karanlık, cahil, kaba kuvvetten başka şeye aklı çalışmayan, faşist, ABD güdümünde bir zararlı grup gibi takdim edildiler. Bu gün bile bu kanaati değişmeyenler vardır. Bozkurtlar filmi ile ilgili bir habere yorum yazanların bazılarının hala bu kafada olduklarını gördük. Yakın tarih ile kastımız yukarıda bahsedilen dönemdir. Olaylar bahsettiğimiz gibi gelişmiştir. Ülkücü mağdurdur. Ülkücü vatan sevdasına başını koymuştur. Emperyalizmin her türlüsüne karşı durmuştur. Bununla ilgili yüzlerce kitap yazılmıştır. 1970 başlarında ülkücü okuyacak kitap bulamazken 80’lere gelindiğinde hem birçok yazara kavuşmuş hem de ciltlerle kitaba. 1981 Yılında benim evimi jandarma – polis karışımı bir ekip basmıştı. Evimdeki kitapları kamyonetle taşıdılar. Bunlar benim lisede aldığım ve okuduğum kitaplardı. Sadece ülkücü yazarların değil, her kesimden yazarın kitabı vardı. Karşı kesimden Fakir Baykurt’un, Tarık Dursun K’nın Yaşar Kemal’in, Zekeriya Sertel’in vb… Solcular ise tertemiz çocuklar; elinde kalemden başka bir şey bulunmaz, vatansever, emperyalizme o kadar karşılar ki, ABD askerlerini denize dökmüşlerdir. Ne Rusya ile ilgileri vardır, ne Çin ile. Hatta Doğudaki siyasi Kürtçülük de bunların eseri değildir. İnsanüstü bir insan sevgisi vardır yüreklerinde… Gün Sazak’ı onlar vurmamıştır. Ve diğerlerini de… Yazar İlhan Darendelioğlu, Şair Yazar Kemal Fedai Coşkuneri, Şair Hayali Hasan Yavaş’ı Gazeteci yazar Erdoğan Hançerlioğlu, Gazeteci, yazar İsmail Gerçeksöz. Mesela 19 yaşındaki Eğitim enstitüsü öğrencisi Nilgün Altınok, Annesi ve babası Necip Altınok ile birlikte, evinde… adanalı bayan sanatçı Mürüvvet Kekilli..çoğunluğu 16-22 yaş grubundan 3500 kişi… Ters yüz edilen diğer bir gerçekte şudur: 12 Eylül öncesi olayları tek başına bir ABD oyunudur. Gençlik ABD oyununa gelerek bölünmüş vuruşturulmuş, 12 Eylül’e ortam hazırlanmış ve darbe ile gençlik darmadağın edilmiştir. Bu tez 12 Eylül sonrası kurulan yeni düzenin gençleri ülke sorunlarından uzak tutma projesinin bir parçasıdır. Bu iş bu kadar ucuz değildir. Sol kesimi fraksiyonlara ayırmada, hem birbirlerine karşı hem de ülkücülere karşı mücadelede ABD’nin varlığı inkâr edilemese de, ülkede çok ciddi bir Sovyetler Birliği yandaşlığı kesindir. Ulusal solun bu mücadelede bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün değilse de, Marksist sol bunlar üzerinde de etkili durumdaydı.  


 Müjgan Halis: - Filminizi konusunu tabii sürprizi bozmamak için ayrıntılara fazla girmeden birazcık anlatır mısınız?  
Zeynel Korkmaz: Filmimizin hikâyesi, yüksek okulda öğrenci olan bir gencin okula devam şartlarının ortadan kalması sonucu, yaşadığı ilçeye dönmesiyle başlar. Bırakıp gittiği şehir artık bir Marksist kurtarılmış bölgedir. Buranın mülki amirleri, yerel yöneticileri kendi düzenlerini kuran Marksist hücrenin emrindedir. Bu kentte var olma mücadelesi veren küçük bir gençlik grubu vardır. Üniversiteden dönen genç bunlarla buluşur ve Ülkü Ocağı açma çabasına girerler, olaylar bundan sonra gelişir. Burada hem devrimci kesimin hem ülkücülerin aile içi mücadeleleri gençlerin aileleri tarafından hoş karşılanmayan idealleri, anne ve babaların acıları, toplumsal baskı, her iki tarafın da içine sızan ajanlar, onların gençler üzerindeki etkileri hikâye içinde yer almıştır. Tabi ki buruk, vuslata ermeyen aşklar… Oyunun asıl aktörleri olan ABD ve Sovyetlere de yeteri kadar yer verilmiştir. 

 
Müjgan Halis: - Bugüne kadar o dönemi hep soldan bakan sinemacıların gözüyle izledik. Sizce bu filmler nasıl filmlerdi?  
Zeynel Korkmaz: Dönemi gereği gibi sorgulayamayan filmlerdi. Konuya teğet geçen. Bir de o dönem işkenceleriyle ünlüdür. Son bazı dizilerde de mahallenin basit ve kötü çocukları ülkücüler var. Can sıkıcı… Dönemi yeteri kadar sorgulayamayan filmler…  


Müjgan Halis: - 70'li yılları anlatan filmler ve dizilerde dikkatimizi çeken bir ülkücü tiplemesi var. Çoğunlukla saldırgan bir tipleme bu. Filminiz bunlara tepki mi?  
 Zeynel Korkmaz: Bozkurtlar/ Deli Sevda temeli itibariyle bir tepki filmi değil. Ancak son dizileri de görünce biraz iğne batırma ihtiyacı duyduk. Bakalım ne kadar acıtacak. Bu filmlerde gerçekte olmayan bir ülkücü tiplemesi var. Ve aslında bizim de o dönemde pek karşılaşmadığımız devrimci tiplemesi. Ben 1970 Yılında şehit edilen Rahmetli Dursun Önkuzu’yu anlatan bir bildiri dağıttım okulda. Yanımda bir arkadaşım vardı. Aslında teneffüste sınıfların sıralarına koymuştuk. Sonra beni teşhis ettiler. Okulun idarecisi üç öğretmenden dayak yedim. Hem de iyi dayak. Hani öyle öğretmen öğrencisine bir tokat vururdu o zamanlar, öyle değil. Tam teşekküllü dayak.. Yanımdaki arkadaşımı söylemedim. Sonra okuldan atıldım. Üzerimde Ergenekon’dan çıkışı temsil eden bozkurtlu kartpostal da çıkmıştı. Bir sonraki yıl tarih öğretmenimle tartıştım. Yan ürünleriyle, yani ideolojik propaganda yapmak suçlamasıyla atıldım. 1978- 79 yılında son sınıfta okumaya kalkıştım. Üç öğretmenin yalancı şahitliği ile hapse girdim. O yıl yapılan üniversite sınavında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi’ni kazandım. Beni resim dersinden bıraktılar. O sene kayıt olamadım. O kavgalı kanlı yıllarda bile ne bir kişiye el kaldırmışlığım var, ne silah çekmişliğim. Ve sadece ülkücü olmamdan dolayı başıma gelenler. Arkasından 12 Eylül ve 2.5 yıl hapis cezası. Hayata 15 yıl geç başladım. Bu o sevgili Marksist öğretmenlerimin bana reva gördükleri… İşte en basit gerçek.  


 Müjgan Halis: -Ülkücüler sinemayı neden bu kadar geç keşfetti?  
Zeynel Korkmaz: Bu sohbetin en zor sorusu budur işte. Ülkücülerin sinemayı henüz keşfedip etmediklerini bu projenin tamamlanmasıyla göreceğiz. Ülkücüler ülkenin sorunlarını insan yetiştirerek, kadrolarını kurarak çözmeyi amaçlamışlardı, ancak olaylar buna fırsat vermemiştir. Buna rağmen 12 Eylül öncesinde ülkücüler sanatın her alanında var olmaya çalışıyorlardı. Sinema alt yapısı olmadan yapılabilecek bir iş değil. 12 Eylül öncesinden bu sanat dalı da sol kesim tarafından ele geçirilmişti. Onları suçlamak mümkün değil. Bizim taraf işe biraz uzaktan baktı. Bu alan büyük bir sektördü. İçine girmek için de Ülkücülerin bir gücü yoktu. İş sermayeye dayanıyordu. Oyuncu, yönetmen, teknik kadro, dağıtım… “Güneş ne zaman doğacak “ adında bir film çekildi. Ortalık karıştı. Belki de karıştırıldı. Buna rağmen bir alt yapı oluşmaya başlamıştı. 12 Eylül öyle bir darbe vurdu ki hala kendimize gelemedik. Kimse bu alana para yatırmak istemedi. Biz bir ülkücü filmin izleyicisi var mıdır diye merak ettik. Yani böyle bir ticari hedef kitle olsaydı, birisi bunu yapardı diye düşündük. Filmimizin ilk fragmanını internete atıp izlemeye aldık. Bizim site 300.000 den fazla tıklandı. Birkaç defa yeniden yaptık. Çok iyi tepkiler aldık. Ülkücüler aslında sinemanın farkında ama bu alana para yatıracak iş adamı yok. Durum bu…  
Müjgan Halis: - Soldan yapılan filmlerde artık artık yavaş yavaş bir özeleştiri süreci de başladı. Sizin filminizde de bir özeleştiri olacak mı?  
Zeynel Korkmaz: Bozkurtlar / Deli Sevda Filminde “ Sen de mi Brütüs..” dedirtecek nitelikte bir öz eleştiri yok. Çok ince… Daha sonraki çalışmalarda olabileceğini düşünüyorum.  

 

Müjgan Halis: - Siz de 12 Eylül öncesi süreçte ülkücü müydünüz? Bize biraz geçmişinizi anlatır mısınız?  
Zeynel Korkmaz: Ben 12 Eylül öncesinde ülkücü idim. Şimdi de ülkücüyüm. Babam rahmetli Adalet Partili idi. Daha önce de Demokrat partili imiş. 27 Mayıs’ta epey zahmet çekmiş. Bize “Türkeş diye bir albay varmış. O olmasa bu İsmet bizi yok edecekti” diye anlatırdı. Ben 1970 yılının Kasım ayında bildiri dağıtmaktan yediğim öğretmen dayağı sonunda ülkücü oldum. O yıllarda Bizim Anadolu Gazetesi vardı. Onu okurduk. Bir arkadaşım daha vardı. Sonra haftalık Devlet gazetesi, Aylık Bozkurt Dergisi yayınlandı. Ülkücülerle ilgili yayınlanan bütün kitapları alırdım. Demirel’in iyi işlerinden birisi olan 1000 temel eser serisini daha o yaştayken takip ettim. 1973 Yılında Erdemli Ülkü Ocakları Başkanı oldum. Üç yıl bu görevimi sürdürdüm. Birkaç defa okuldan atılma, 2,5 yıl hapislikle bir nevi “ teğet geçti” bizden o dönem. Dil ve tarih Coğrafya Fakültesi genel Türk tarihi Kürsüsünden mezun oldum. Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsünde Yüksek lisans yaptım. Sinema ile ilgili özel kurslara katıldım. Hatta gençliğimde sinema işletmeciliğim de vardır. 1972 yılında bir amatör kamera ile film çekmeye kalkıştım. 1980 yılında, darbe sonrası İngiltere’de banyo ettirip getirdiğim 8 mm makaralar başıma iş açtı. Jandarma filmde oynayanları topladı. Beni de “gerilla eğitimi yaptırmakla suçladı.” Konusu da kafamıza uygundu elbette. Akdeniz’de kazaya uğrayan bir Rus denizaltısından çıkan askerler yaralı askerleri için kan elde etmek için bizim kasabalıları kaçırıyordu. Bizim aslan kasaba halkı da onlarla ölesiye bir mücadeleye giriyordu. Bu maceradan benim kasabalı oyuncular 10 gün içeride kalarak kurtuldular. Komedi filmine konu olacak bir olay. Şu Deli Sevda bitsin onu düşünüyorum. O dönemi makaraya alan bir film…  


 Müjgan Halis: - Ülkücülerin karıştığı pek çok kitle eylemi biliyoruz. Balgat, Bahçelievler gibi. Daha sonra birtakım siyasi suikastlar. Sizce neden hep ülkücülerin adıyla anıldı bu tür vakalar?  
Zeynel Korkmaz: Balgat Olayı 10 Ağustos 1978 gecesinde meydana gelir. Kimliği belirsiz kişiler beş kahvehaneyi tarar ve toplam beş kişi hayatını kaybeder. Olayın ardından olay yerine 3 km uzaklıkta bulunan ülkücülerin takıldığı bir kahvehane Pol-Derli polisler tarafından basılır ve Mustafa Pehlivanoğlu ile İsa Armağan tutuklanır. Gazeteler hemen hükmü verir. Suç bir gömlek gibi bu iki gence zorla giydirilir. İşkencelerle suç kabullendiremedikleri bu gençlerden İsa Armağan’ın annesi ve eşine ahlak dışı işkenceler yapılır. Bu şartlarda suç kabul ettirilir. Bir dizi olay ve firarın ardından Pehlivanoğlu yakalanır. Arkadan 12 Eylül Darbesi gelir. İdam Kenan Evren’in onayına sunulur. Pehlivanoğlu’nun avukatı Can Özbay,  Pehlivanoğlu’nun suçsuzluk kanıtını köşke ulaştırır. Ancak Solcu Necdet Adalı’nın da cezası onaylanacaktır. Kenan Evren kendi ifadesiyle “Denge olsun, artık çok geç, karardan dönemem.” Diyerek Pehlivanoğlu’nu ipe yollar. Balgat olayı ortada kalmış bir olaydır. Aslında Darbecilerin işini kolaylaştırma sürecinin bir parçası olması kuvvetle muhtemel. Bahçelievler Olayı ise bana göre hala muammadır. Olayı çözdüğü iddia edilen emniyet yetkilisinin ifadeleri bana hep tutarsız gelmiştir. Hele olayda Dürüst Oktay adının geçmesi çözümün çok su götürür olduğunu işaret ediyor. O dönem çok zor bir dönemdi. Toplum bir cinnet halini yaşıyordu. Bu olayın meydana geldiği gece bir öğrenci yurdu Marksist militanların saldırısına uğramıştı. Orada meydana gelen olaylardan hiç bahsedilmiyor. Ben hiç kimsenin hiçbir sebeple öldürmesini tasvip etmem. Ancak ülkücülere yönelik bir katliam var. Her gün onlarca insan ölüyor. Ümraniye 1 Mayıs Mahallesinde katledilen 5 işçi, Adana’da katledilen 6 ülkücü öğretmen..  Bunlardan sadece bir kaçıdır. Biz “ülkücüler kimseyi öldürmedi” gibi bir iddiada bulunmuyoruz. Ama Marksistlerden ölenlerin büyük kısmının emniyet güçleriyle çatışmada ya da fraksiyon çatışmasında öldüğü gerçeğini dile getiriyoruz. 

 
Müjgan Halis: - 12 Eylül ülkücülere ne yaptı sizce?  
Zeynel korkmaz: Ocağımıza incir dikti. Kervanımızı dağıttı. Bugün bile üzerimizden etkisini atamadığımız bir darbe vurdu. Marksistleri ayrı bizi ayrı maddelerden yargıladı. Aynı türde bir suçu işleyen solcu 3- 5 yıl ceza alırken ülkücüler 313. Maddenin gazabına terk edildi. İddianamede 219 kişiye idam istendi. Bazı ülkücüler 8-10 yıl mahkemeye çıkmayı bekledi. Cezaevinde işkence altında şehitler verdik. İdam edilenler bunun dışında. Kendilerine “ Bizim Çocuklar” diyen bir emperyalist güce hizmet amacıyla bu zulmü yürüttüler. Bu adamlar ABD’de eğitim gördüler görmeye de, aslında Türk müydüler yoksa ABD’li mi? İnsan düşünmeden edemiyor.  

 

Müjgan Halis: - Yukarıdaki sorumdan sonra Alpaslan Türkeş'in 'Biz tutsağız fikirlerimiz iktidarda' sözünü nasıl yorumluyorsunuz?  
Zeynel korkmaz: Rahmetli Alparslan Türkeş’in böyle bir sözü yoktur. Bu söz o zaman davaya dâhil olan Agâh Oktay Güner’e aittir. Ülkücü camiadan da büyük tenkit almıştır. Daha sonra da bir daha hareketin içine girmemiştir. Rahmetli Türkeş mahkemeye, “ Atatürk ilkelerinden bahsediyorsunuz, bizim söylediğimiz şeyleri söylüyorsunuz, samimi iseniz biz niçin buradayız? Niçin 219 kelle istiyorsunuz? “Diye sormuştur. Kabul edersiniz ki ikisi aynı şey değildir.  


Müjgan Halis:  - Filminizi nerelerde çekiyorsunuz?  
Zeynel korkmaz: Filmimizi Mersin, Erdemli, Çamlıyayla, Ankara’da bulunan uygun mekânlarda çekeceğiz. Bu güne kadar çekilen kısımları Mersin ve Çamlıyayla’da çekildi. 

 

 Müjgan Halis: - Filminizde hangi oyuncular rol alacak?  
Zeynel Korkmaz: Filmimizde rol vermeyi düşündüğümüz oyunculardan olumlu cevap alamadık. O nedenle bu film, yıldızını kendisi çıkaracak. Seçtiğimiz oyuncularımız Haziran ayından bu tarafa çalışıyorlar. Artık işi kavradılar. Film bitince bunu göreceğiz. Şunu da ek olarak ifade etmek isterim. Filme müzik yapmak için Ozan Arif, Hasan Sağındık ve Ahmet Şafak katkı sağlayacaklarını bildirdiler.  


Müjgan Halis: - Bu filmi izleyecek olanlara mesajınız ne olacak?  
 Zeynel Korkmaz: Her yönüyle farklı bir dönem film izleyeceksiniz. Beğenseniz de kızsanız da… Farklı.  

 

www.haberiniz.com

03 Mayıs 2011 05:00 

 

bottom of page